Ağrı’da Eski Van caddesinin ara sokaklarında bulunan bir aşiret kahvehanesine gidib orada oturan yaşlı bir amcaya veyahut kahveden yeni çıkmış bir filinta gence sorsanız, “Ne anladın bu dünyadan?” diye, önce bir derin nefes alır, sonra da ya başını eğer ya da ince bir gülümsemeyle gökyüzüne bakar. Çünkü Ağrı’da bu soru, hayatın akışından ve kendisinden daha ağırdır.

İklimin sertliğiyle yoğrulmuş, karın altından yeni çıkmış bir toprak gibi, insanların yüzlerinde hem umut hem hüzün izleri vardır. Kışın ayazı kemiklere işlerken yazın serinliği bile insanı fazla avutmaz. Ağrılıya bu dünyadan ne anladığını sorarsanız, belki size “Yedi ay kış, beş ay da soğuk” diyecektir. İşte hüzünle ironi burada başlar: İnsanın ömrü baharı görmeye yetişmeden kışa hazırlanmakla geçer.

Ekonomi desen, küçükbaş hayvanların çanı köyün müziğidir, koyunların ardında çocukların ayak izleri kurmaca hikâyelerin başlangıcıdır. Ama işin gerçekliği ağır: hayvancılık zahmetlidir, yem pahalıdır, pazar uzak, kazanç azdır. Tarım da öyle, bereketli toprak var ama iklim izin vermez; buğday başaklanmadan don vurur mu endişesi yüreğe ağırlık çöktürür, patatesi daha tarladan çıkarırken fiyatı düşer. Ağrılıya “Bu dünyadan ne anladın?” dediğinizde, belki de “Ektik biçtik, biçtik derken harmanı zalım komisyoncu aldı, bir de memur da vergisiyle birlikte” diye homurdanır.

Göç ise ayrı bir yaradır. Gençler İstanbul’a, Bursa’ya, İzmir’e savrulmuş; kimi inşaatta, kimi tekstilde, kimi de gurbetin yalnızlığında. Köyde kalan yaşlılar, yazın bir-iki düğün görür de azıcık ferahlar. O düğünlerde davul-zurna ile halay çekilir, bar oynanır; “Lorke”nin coşkusu bir an unutturur göçün sızısını. Ama damat bir türlü bilinmez "ki zava". Ama köy meydanı, kış gelince yine ıssızdır. İşte o zaman sorunun cevabı iyice acıdır: “Bu dünyadan anladık ki giden geri dönmez, kalan da yalnızlığa alışır.”

Celali, Hayderi, Sipki, Başimi, Şemiski.... Aşiretler hâlâ gündelik hayatın gölgesindedir; hısım-akraba ilişkisi, dostluk kadar yük de getirir. Bir düğünde kavurma kazanı kaynarken, bir cenazede tüm köy bir araya gelir. Dayanışma büyüktür ama aynı zamanda insanın kaderini de bağlar. Ağrılıya sorarsanız, “Ne anladın bu dünyadan?” diye, belki de şöyle cevap vermek isteyebilir: “Anladık ki insanı insan eden yine komşusudur, ama komşunun gölgesi bazen güneşi de kapatır.”

Folklorik öğeler zenhin ve hâlâ canlıdır. Dengbêjlerin yanık sesi, dağların rüzgârına karışır. Çoban kavalıyla Diyadin'i, Taşlıçay'ı ve Balıklıgöl'ü sabahla selamlar, çocuklar kardan adam yapar, anneler tandır başında ekmek pişirir. Tandır ekmeğinin kokusu, kışın soba üstünde kaynayan çayın buharı, uzun gecelerin en sahici mutluluğudur.

Sonuç mu? Ağrılıya sorduğunuzda, bu dünyadan belki çok şey filim şeridi gibi geçer ve bazen de anlamaz ama hissettiğini iyi bilir: “Dünya ağırdır, Ağrı’da daha da ağırdır. Ağrı’nın insanı bu dünyadan kışın soğuğunu, göçün acısını, tandırın sıcaklığını ve dost meclisinin hatırasını anlamıştır. Fazlası mı? Fazlası, Gilî dağın sessizliğinde gizlidir.