CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması, siyasetin gündemine hızlı bir şekilde yerleşti. Her ne kadar bu tür gelişmeler demokratik toplumlarda tartışma yaratması doğalsa da, tartışmanın zemini hukukun üstünlüğü olmalıdır. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel kazanımı, siyasal mücadelelerin nihai hakeminin yargı olmasıdır.

CHP’nin de bu süreçte sergileyeceği tutum, sadece kendi tabanı için değil, demokrasiye inanan tüm toplum kesimleri için önemlidir. Yargının aldığı kararlara karşı tahammül göstermek, sürecin sonucunu sabırla beklemek ve savcı ile hâkimleri töhmet altında bırakacak söylemlerden uzak durmak, demokratik olgunluğun bir gereğidir. Çünkü unutulmamalıdır ki, hukuka gölge düşürmek kısa vadede siyasal fayda sağlayabilir; fakat uzun vadede hem toplumun adalete güvenini hem de siyasetin meşruiyetini zedeler.

İstanbul gibi Türkiye’nin kalbi konumundaki bir şehirde atılan her adımın toplumsal yansımaları büyüktür. Bu nedenle gerek parti yöneticilerinin, gerekse sivil toplum temsilcilerinin kullandıkları dile dikkat etmeleri, ayrıştırıcı değil birleştirici bir söylem geliştirmeleri şarttır. Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası ya da akademi dünyasından farklı hukukçular, sürecin hukuki boyutunun sağlıklı bir şekilde tartışılmasına katkı sunabilir. Ancak bu katkı, siyaseti yargıya karşı konumlandıran değil, hukukun yolunu açan bir perspektiften gelmelidir.

Bu noktada CHP’nin tecrübeli siyasetçilerinden Gürsel Tekin’in öne çıkan sağduyulu tavrı önemlidir. Tekin, yıllar içinde edindiği siyasi birikimle hem partisi içinde hem de kamuoyunda güven uyandırmış bir isimdir. Süreci demokratik olgunluk içinde karşılaması ve birleştirici mesajları, CHP’nin de toplumun da kazanımı olacaktır.

Sonuç olarak, kayyum tartışmalarının gölgesinde Türkiye’nin asıl ihtiyacı olan şey, hukukun işlemesine güvenmektir. Cumhuriyet Halk Partisi de bu süreçte sergileyeceği tavırla, sadece bir siyasi parti değil, aynı zamanda demokrasi kültürünü sahiplenen bir kurum olduğunu gösterebilir. Siyasetçilerden gazetecilere, akademisyenlerden sivil toplum örgütlerine kadar her kesim, hukukun tecellisine gölge düşürmeyecek bir sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundadır.