Devlet Bahçeli, Türk siyasetinde sükûnetin, sürekliliğin ve devlet aklının temsilcisi olarak öne çıkan ender karizmatik liderlerden biridir. 1948’de Osmaniye’de köklü bir ailede başlayan hayat yolculuğu, akademik birikimle yoğrulmuş; Gazi Üniversitesi’ndeki iktisat eğitimi ve devlet terbiyesi, onu popülizmin değil ilkenin siyasetçisi kılmıştır. 1997’de, Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucu lideri merhum Alparslan Türkeş’in vefatının ardından MHP Genel Başkanlığı’nı üstlendiğinde Türkiye ekonomik, güvenlik ve sosyal konularda çalkantılı bir dönemin eşiğindeydi. Bahçeli, bu zorlu süreçte siyaseti bağırarak değil, düşünerek yapan bir lider profili çizdi.
Bahçeli’nin siyasi hayatındaki en önemli başarılarından biri, ilkesel tutarlılığı kurumsal kimliğe dönüştürmesidir. MHP’yi dönemsel dalgalanmalara kapılmadan, devletin temel değerleri etrafında konumlandırmış; TBMM çatısı altında milli iradeyi merkeze alan bir muhalefet anlayışını yerleştirmiştir. 2002 sonrası siyasi denklemde zaman zaman bedel ödemeyi göze alarak alınan kararlar, kısa vadeli kazançlardan çok uzun vadeli istikrarı öncelediğinin göstergesidir. Bu duruş, onu günlük siyasetin değil, milletine olan tarihsel sorumluluğun aktörü hâline getirmiştir.
15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan hain darbe teşebbüsü, Türkiye’nin demokrasi sınavlarından kritik bir süreciydi. O karanlık gecede Bahçeli’nin sergilediği net, tereddütsüz ve yapıcı tavır, siyasi tarihimize altın harflerle yazılmıştır. Henüz duman dağılmamışken darbenin karşısında, milletin ve meşru hükümetin yanında durduğunu ilan etmesi; Ankara’da, TBMM’ye yönelen saldırılar karşısında “devletin çökmeyeceği” mesajını vermesi, liderliğin kriz anındaki gerçek ölçüsünü göstermiştir.
7 Ağustos 2016’da İstanbul Yenikapı’da düzenlenen Demokrasi ve Şehitler Mitingi, milli birlik ve kardeşliğin sembolü olmuştur. Bahçeli’nin bu süreçte kullandığı dil; ötekileştirmeyen, intikam değil hukuk çağrısı yapan bir devlet diliydi. “Önce Türkiye” vurgusu, sadece bir slogan değil, 15 Temmuz sonrasında inşa edilen demokrasi ve milli mutabakat sürecinin temel harcı olmuştur. Bu yaklaşım, siyasetin normalleşmesine ve kurumların yeniden güçlenmesine ciddi katkı sağlamıştır.
Cumhur İttifakı’nın 2018’de resmen şekillenmesi, Bahçeli’nin stratejik öngörüsünün somut bir sonucudur. AK Parti ile kurulan bu ittifak, seçim kazanmanın ötesinde; beka, güvenlik ve istikrar eksenli bir devlet mutabakatı olarak okunmalıdır. Bahçeli, bu süreçte ittifakı kişisel ya da partisel çıkarların değil, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu jeopolitik tehditlerin gereği olarak savunmuştur. Tutarlı söylemi ve kriz dönemlerinde dahi bozulmayan çizgisi, ittifaka güven kazandırmıştır.
Bahçeli’nin liderliğinde MHP, kadrolarıyla da devlet tecrübesini temsil etmeye devam etmiştir. TBMM Başkanvekilliği görevini yürüten Celal Adan yanı sıra E. Semih Yalçın ve İzzet U. Yönter gibi isimler, Meclis’te vakar ve kurumsal hafızanın taşıyıcısı olmuştur. Bu kadro anlayışı, MHP’nin sadece bir siyasi parti değil, aynı zamanda bir devlet okulu gibi çalıştığını göstermektedir. İsimler değişse de çizginin değişmemesi, liderliğin en belirgin göstergelerindendir.
Son yıllarda milli kardeşlik, terörle mücadele ve demokratik meşruiyet başlıklarında sergilenen tutum, Bahçeli’nin “önce devlet, önce millet” ilkesinin güncel yansımalarıdır. Söz ile eylem arasındaki uyum, onu siyaset yorgunluğuna düşmeyen bir lider kılmıştır. Geri adım atmayan ama gerilimi de tırmandırmayan bu denge, Türkiye’nin zor zamanlarında en çok ihtiyaç duyduğu siyasal olgunluktur.
Sonuç olarak Devlet Bahçeli, Türk siyasetinde yüksek sesle değil, derin iz bırakarak yürüyen bir liderdir. Osmaniye’den Ankara’ya uzanan bu yolculukta; MHP, TBMM ve Cumhur İttifakı gibi kurumlar üzerinden sergilenen duruş, günü kurtarmaya değil geleceği korumaya yöneliktir. Tarih, kriz anlarında kimlerin omuz verdiğini yazar; Bahçeli’nin adı da bu sayfalarda, milli iradenin yanında, devlet aklının sesi olarak yerini almıştır.