Türkiye uzun yıllar boyunca terörün karanlık gölgesinde yürümek zorunda kaldı. Bugün ise TBMM çatısı altında “Terörsüz Türkiye” vizyonu, millî dayanışma, kardeşlik ve demokrasi söylemleriyle gündemi meşgul etmektedir.
Bu çerçevenin en önemli yanı, bir hükümet projesi olmanın ötesinde, millet iradesinin en yüksek kurumsal temsili olan Meclis’in ciddiyetine dayanmasıdır. Çünkü Türkiye siyasetinde Meclis’in üzerinde daha kapsayıcı, daha meşru bir zemin yoktur.
Terörsüz bir gelecek için atılacak adımların yalnızca güvenlik mantığına dayanmaması gerekir. Sosyal sözleşmenin yani anayasanın yeniden inşası, toplumsal onarım ve ortak vicdanın ayağa kaldırılması şarttır. Bölgenin kanaat önderleri, medrese müderrisleri, aşiret temsilcileri ve kadın sivil toplum kuruluşları sürece dahil edilmedikçe bu masa bazı yönlerden eksik kalır. Eksik masa ise siyasette yalnızca fotoğraf vermeye yarar; bir ülkenin geleceğini kurmaya değil.
Dış politikada ise bu sürecin karşılığı daha da önemlidir. Zira Türkiye’nin en güçlü kozlarında biri, iç barışıdır. Bazı başkentler Türkiye’nin iç yaralarından jeopolitik yatırım çıkarma hesabı yaparken, TBMM çatısı altında atılan adımlar “yaralarımızı kendimiz sarıyoruz” mesajı taşır. Kısacası Ankara’nın bu projesi yalnızca Diyarbakır’da değil, Bağdat’ta, Tahran’da ve Brüksel’de de okunmaktadır.
Kanaat önderleri ve müderrisler, toplumun ruhunu kavrayan, devletin söyleyemediğini bir cümleyle kalplere işleyen aktörlerdir. Onların katılımı olmadan barış projesi kağıt üzerinde kalabilir. Kadın sivil toplum kuruluşlarının sürece dahil edilmesi ise toplumsal iyileşmenin sigortasıdır. Çünkü terörün en ağır yükünü kadınlar taşımış, en derin acıyı anneler yaşamıştır. Onların sesi duyulmadan barış, eksik kalacaktır.
“Terörsüz Türkiye” projesi, siyasetin en ciddi imtihanıdır. Eğer bu süreç içi boş temennilerle yürütülürse, Meclis tutanaklarında yer alan bir iyi niyet dileğinden öteye geçemez. Ama kanaat önderleri, müderrisler, kadın örgütleri ve halkın bizzat kendisi sürece dahil edilirse, bu proje bir siyaset deneyi olmaktan çıkar, gerçek bir toplumsal reçeteye dönüşür.
Ne diyelim? Umarız bu kez kardeşlik, sadece kürsüde alkışlanan bir kelime değil, Anadolu’nun en ücra köyünde bile hissedilen bir yaşam biçimi olur. Çünkü barış, uzaktan bakıldığında romantik bir kavram gibi görünebilir; yakından bakıldığında ise ekmek, su, güven ve insanca yaşam demektir.