Barış sürecine çomak sokmak isteyenler türlü türlü.

Suretleri farklı sadece.

Süreci bozmak isteyenler sadece dış güçler değil.

İçerde de sorundan nemalanlar ve kandan beslenenler süreç bozulsun diye ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Dilleri zehir saçıyor adeta.

PKK’nın silah bırakma fikri, sadece dışarıdaki Türkiye düşmanı güçleri değil içimizde bizim suretimizden görünenleri de fena halde rahatsız ediyor.

Dış güçler çok tehlikeli oynuyorlar.

Zahiren süreci desteklediklerini söylüyorlar ama alttan alta Kandil’e başka telkinlerde bulunuyorlar.

İsrail ve İran bu süreçte not edilmesi gereken iki ülke.


İçimizdeki kimi ırkçı-ulusalcı-faşist çevrelerin hiddetli itirazları bence sorun değil.

Asıl sorun, suretimizden görünenlerin sürece çomak sokan dilleri.

Sonradan suretimize bürünmüş o eski Türkiye kafalı güvenlik uzmanı titrini kullanan kimi zevatın sürecin başarısı için gerekli olan güven iklimini berhava eden zehirli dilleri.

Türkiye’ye önerdikleri çözüm, Suriye’nin kuzeyine sefer düzenlemek.

Bunu da Türkiye’nin ulusal güvenliği ve bekası için savunup duruyorlar.

O eski Türkiye aklının AK Parti suretine bürünmüş olması ne kadar hazin ise onlara sabah akşam ekranlarını açan AK Parti medyası da bir o kadar suçlu.


Önceki akşam TRT Haber’de konuşturulan biri, Suriye’nin kuzeyine askeri bir operasyonun gerekliliğini savunuyordu.

Bilge lider Bahçeli’nin öncülük ettiği süreç için en başında “Bu bir ihanet projesidir!” diyebilecek kadar haddini ve edebini aşan o zevatın AK Parti medyasında baş tacı edilmeye devam edilmesi, süreç açısından güven kaybı oluşturuyor.

Kandil’e bu süreçte kimi güçlerce yapılan telkinler ile içimizdeki o zevatın siyasal iktidarımıza ve devlete yaptıkları telkinleri yan yana koyduğumuzda Kürtlerin ve Türkiye’nin nasıl bir tuzağa çekilmek istendiğini apaçık anlarız.

***

Öcalan’ın 27 Şubat’taki tarihi çağrısından sonra bazı devletler Kandil’e koşarlar.


Kandil’e teklifleri şu olur: “Aman ha, Türkiye’ye güvenip silah bırakmayasınız. Biz size her türlü desteği vermeye hazırız.”

Kandil’e yaptıkları teklifte Rojava’nın sahipliği de var.

“Federasyondan vazgeçmeyiniz. Biz her türlü desteği vereceğiz.”

Bu devletin kim olabileceğini ben demeyeyim, Öcalan’ın kendi ağzından duyalım.

İmralı Heyeti Öcalan’a Kandil’in bu yöndeki bilgi notunu aktardığında Öcalan hemen “İsrail ve İran!” diyor.

İsrail’i sadece İsrail’den ibaret okuyanlar yanılırlar.

Bir yandan da Kandil ve PKK’ya “Teslim oldunuz. İhanet ettiniz. Öcalan zaten devletin ajanıydı. Hiçbir şey almadan teslim oldunuz. Kürtlerin kanına ihanet ettiniz!” diye kimi Kürt çevrelerinden sistematik saldırılar başlıyor.


“Madem bu şekilde hiçbir şey almadan onursuzca teslim olacak idiniz o zaman onca Kürt kanının dökülmesine niye sebebiyet verdiniz!” yollu süreci sabote etmeye yönelik bilinçli bir propaganda pompalanıyor.

O kesimde de “şehit kanı” PKK’ya karşı farklı bir anlayış temelinde ideolojik-siyasi bir silah olarak kullanılıyor.

Bu propagandanın merkezini tespit etmek hiç de zor değil.

Kandil’e koşup PKK’ya silah bıraktırmak istemeyenler kimse onlar.

Kandil’in Öcalan’ın talimatına uyarak silah bırakma fikrinden kim rahatsız olduysa onlar elbet.

Şimdi sıkı durun…

Türkiye’ye yapılan telkinler ne?

“Süreci destekliyoruz. Suriye’de ayrılıkçı-bölücü yapılara karşıyız. Türkiye’nin bu yöndeki kaygılarını haklı buluyor ve destekliyoruz.”


Bunu Türkiye’ye diyenler el altından Kandil’e ve SDG yönetiminin kulaklarına farklı şeyler fısıldıyorlar.

Tıpkı Saddam Hüseyin’e yaptıkları gibi.

Onun da kulağına “Kuveyt’e saldırırsanız bu bizi ilgilendiren bir konu olmaz!” demeleri gibi.

Sonrası malum.

Irak’ın İran’ın üzerine devrimden sonra kimlerin yeşil ışığıyla saldırdığı da sır değil.

İran’ın bu bahiste Irak’ın içine yönelik yanlış politikaları bahsi diğerdir.

Türkiye’yi Suriye’de SDG ile savaşa sokup hem süreci bozmak hem de sonrasında Türkiye’ye farklı bir siyasi ve ekonomik operasyon çekmek istiyorlar.

Dolayısıyla süreci hitama erdirip bölgenin en etkili gücü olabilecek Türkiye’yi her anlamda zayıflatacak bir konuma itmek istiyorlar.


İç cephesini tahkim ederek birliğini ve gücünü üst seviyeye çıkaracak bir Türkiye yerine tekrar terör ve bağlantılı iç sorunlarıyla cebelleşen bir etkisiz ve güçsüz Türkiye olsun istiyorlar.

Boyun eğdiren değil boyun eğen bir Türkiye olsun istiyorlar.

İçerideki uzantıları üzerinden de bunun ideolojik argümanlarını oluşturup kirli bir propaganda sürdürüyorlar.

Aziz şehitlerimiz ve pak kanları üzerinden süreç karşıtlığı yapmak gibi.

“Şehitlerimizin kanı” diye başlayan istismarcı cümlelerle süreci yürüten AK Parti ve MHP’yi suçlayan bir propaganda yoluna gitmek gibi.

“PKK ne karşılığında silah bırakıyor? Ne verdiniz de silah bırakıyorlar?” türünden ipe sapa gelmez hangi odaklarca üretildiği malum iddialar üzerinden kara bir propaganda yürütmek gibi.


“Hazır dış güçler yanımızda iken, ABD bizim tezlerimizi destekliyor iken, ABD Suriye PKK’sından desteğini çektiğini açıklamışken, Suriye’nin kuzeyindeki SDG yapılanmasının üstüne gidelim, askeri gücümüzle yerle bir edip sorunu kökten çözelim. Bu operasyonun tam vaktidir!” demek gibi.

Ne yazık ki bu tuzağa Türkiye’yi düşürmek isteyenlerin içinde AK Parti suretine bürünmüş o güvenlik uzmanı etiketli eski Türkiye’nin asker kafalıları da var.

O kafa sahipleri “PKK teslim olmak zorundaydı. Başka seçeneği kalmamıştı. Türkiye askeri gücüyle PKK’yı yenmişti. Teslim olmazlarsa gövdeleri üzerinde başları kalmaz!” türünden karşı tarafı kışkırtıcı, barışa çomak sokmayı, süreci darbelemeyi amaçlayan bir zehirli dili esas alıyorlar.


Bu zehirli dil, PKK’ya “Silah bırakmayın!” mesajının bizim suretimize bürünmüş o birileri üzerinden iletilmeliydi.

Güvensizlik yayan bu zehirli dille, “silah bırakıp gelseniz bile akıbetiniz hüsran olur, sizden hesap sorarız, bedelini de ödetiriz!” mesajı üzerinden Kandil’e Türkiye ile savaşmaya devam edin telkininde bulunan güç odaklarının elini güçlendirmekten öte bir iş yapmayan bu zevatın hâlâ baş tacı ediliyor olmasına anlam vermek güç.

Bu siyasal akılsızlığın ötesinde başkaca bir durum artık.

***

Kandil kendisine yapılan telkinleri dinlemedi.

Öcalan’ın çağrısına harfiyen uydu.

Silah bırakmaya hazır olduğunu bütün bir dünyanın gözü önünde gösterdi.


Şimdi Suriye üzerinden tuzak kurulmak isteniyor.

SDG’ye el altından ve gizli kapılar arkasından “Arkanızdayız!” diyenler Türkiye’ye de aynısını diyorlar.

Bizim suretimize bürünmüş devşirmeler de bunun gönüllü propagandasını yapıyorlar.

Mazlum Abdi ve İlham Ahmed yaptığı net açıklamalarla tuzağa düşmeyeceklerini ilan ettiler.

Türkiye’nin siyasal aklının da bu tuzağı bozacak kudrette olduğunu bilmeyenler görecek elbet.

Süreci geçmişte Suriye üzerinden bozanlar bugün de Suriye üzerinden bozmaya çalışıyorlar.

Türkiye Kandil’e ve SDG’ye hangi güçlerin ne telkinlerde bulunduğunu çok iyi biliyor.

Kendisine yapılan telkinlerin anlamını da amacını da çok iyi biliyor.


O yüzden SDG ile tüm iletişim kanallarını açık tutuyor.

Suriye Kürtlerinin kazanımlarını kendi kazanımı gören doğru bir siyasi hat inşa ediyor.

Suriye Kürtlerinin “Tek devlet, tek hükümet, tek ordu” söyleminin karşılıklı birbirini tanımaya dönük anlamlı bir entegrasyonun temelini oluşturduğu, talep edilen ademimerkeziyetçiliğin öyle o birilerinin iddia ettiği gibi etnik temelli değil idari temelli Avrupa demokrasilerinde görülen ve Suriye’nin gerçekliğine de denk düşen idari temelli bir yönetim modeli olduğu bizzat Mazlum Abdi tarafından ilan edilmiş bulunmaktadır.

Kürtlerin bu gönüllülük temelindeki entegrasyon talebine “bölücü” gözüyle bakanlarla ne süreç başarıya ulaştırılabilir ne de Türkiye’nin birliğine dirilik kazandırılabilir.


Hâlâ “SDG silah bırakmalı yoksa…” diye başlayan tehdit cümleleri kuranların aklıyla varılacak yer hüsran olur.

Suriye ve Irak gerçekliğini bilmeden “Derhal silah bırakmalıdırlar, yoksa!” diye tehdit dili kullananlar bilmiyorlarsa bilsinler: Silah bırakmanın Suriye’de ve Irak’ta güvencesi oluşturulmazsa orada ortaya çıkacak kırım siyaseti çok daha tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Zira o ülkelerde birbirine güvensiz örgütler ve topluluklar var ve dahası henüz oturmuş bir siyasi iktidar yok. Belirsizliğin, güvensizliğin ve tehdidin kol gezdiği bir yerde “Silah bırakılsın!” demek, boş boş konuşmaktan öte bir anlam taşımaz.

Suriye’deki SDG’nin çok sayıdaki silahlı gücün merkezi orduya entegrasyonu müzakere konusudur.


SDG’nin buna özde bir itirazı yok iken SDG’nin niye silah bırakmadığı propagandası üzerinden savaş çığırtkanlığı yapmak ise, Türkiye’yi o malum güçlerin kurduğu tuzağa itmekten öte bir amaç taşımıyor.

Silah bırakıp gelecekler için Türkiye’de gerekli olan yasal-hukuki altlığı oluşturmak için kurulan Meclis Komisyonu bu yüzden hayati önemdedir.

Bu komisyonun İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmesi de sürecin başarıyla hitamı için tarihi önemdedir.

Hayrolsun şimdiden.