SDG HAKKINDAKİ KANAATİM
-Bu kez başaracağımız anlaşılan ve artık son düzlüğe ulaştığımız süreci Suriye üzerinden sabote etmek isteyen İsrail’in oyun planına odaklanmak lazım.
-İsrail SDG üzerinden denklem oluşturmak istiyor.
Şam yönetimini ve Türkiye’yi SDG’nin üstüne sürmek istiyor.
Bu gerçekleşirse Suriye’nin muhtelif yerlerinde iç isyanlar çıkartmak istiyor.
Suriye’yi iç savaşın içine çekmek istiyor.
İstiyor ki süreç bozulsun ve kendisi için tehdit oluşturacak Türkiye öncülüğündeki bölgesel ittifak sistemi gerçekleşmesin.
-Bu oyun planını bozmak için tek yol var: SDG’yi 10 Mart mutabakatı çerçevesinde Suriye sistemine gönüllü bir biçimde entegre etmek ve Türkiye’nin de gücüne dönüştürmek.
-SDG’yi “İsrail uşağı terörist örgüt” olarak suçlayıp düşmanlaştırmak, İsrail’in oyun planına hizmetten öte bir anlam taşımaz.
-“Terör-terörist” retoriğine yaslanan salt güvenlikçi anlayışlarla ne İsrail’in oyun planı bozulabilir ne de istenilen Türk-Kürt-Arap ittifakı Suriye sahasında gerçekleştirilebilir. Bu denklemin dışında bir siyasal akıl gerekir. Sürecin yaşlandığı akıl ve paradigma da budur zaten.
-Suriye güvensiz bir alan. Herkesin bir diğerinden kuşku duyduğu ve kimsenin kimseye güvenmediği bir saha. Merkezde herkesin temsiline imkan sağlayan demokratik bir yönetim sağlamak ve herkesin haklarını güvenceye bağlayan bir anayasa teşkil etmek, gönüllü entegrasyon için hayati önemdedir. Bu sağlandığında veya bunun sağlanacağı güçlü bir teminat altına alındığında SDG’nin idari ve askeri kurumlarıyla entegrasyonu kolaylıkla gerçekleşir. SDG ile birlikte diğer unsurların da sisteme dahil edilmeleri güvenli bir biçimde tamamlanır. 10 Mart mutabakatının özü budur. Merak edenler mutabakat metnine bakabilirler.
-SDG içinde azınlıktaki bir grup mevcut güvensizlik ve belirsizlik ortamını gerekçe olarak gösterip İsrail’le ittifakı savunuyor olabilir. Ama gördüğüm ve bildiğim kadarıyla Mazlum Abdi’nin başını çektiği ağırlıktaki Öcalancı grup, Öcalan’dan kendilerine giden mesaj doğrultusunda demokratik bir entegrasyondan yana. Bunun nasıl mümkün olabileceğinin müzakereleri yapılıyor. Türkiye bu entegrasyonu sağlamak için sürecin ruhuna denk düşen bir birleştirici rol oynuyor. Tam da bu kritik evrede SDG’yi “ayrılıkçı terör örgütü” retoriği üzerinden düşmanlaştıran bir akıl devreye alınmak isteniyor. Dikkat çektiğim husus şu: Bu akıl ve dil, çözümsüzlüğü derinleştirir ve İsrail’in oyun planına hizmet eder. SDG içindeki o azınlıktaki İsrailci kanadın da elini güçlendirir.
Bunu hangi amaçla ve hangi maslahatla söylediğim aşikar iken içeride süreci sabote etmek için sureti haktan görünen birilerinin bizi olduğumuzdan farklı göstermeye dayalı algı operasyonlarının asıl amacını aziz milletimizin takdirlerine bırakıyorum
-SDG’nin yeni Suriye’ye eklemlenmesi “terör örgütü” suçlaması üzerinden gerçekleştirilemez. O zaman sormazlar mı: Madem SDG Türkiye düşmanı bir terör örgütü o zaman niye silahlı güçleriyle Suriye ordusuna ve sivil unsurlarıyla da siyasal sisteme dahil etmeye çalışıyorsunuz?
10 Mart mutabakatı gerçekleştiğinde SDG sistemin güçlü bir parçası olmayacak mı?
-Şara düne kadar teröristti, HTŞ ise terör örgütü. Bugün yeni Suriye’de Şara devlet başkanı ve HTŞ ise iktidarın kendisi. Yarın 10 Mart mutabakatı çerçevesinde SDG’nin demokratik entegrasyonu sağlandığında Mazlum Abdi ve başkaca SDG’li isimler pekala hükümette bakan olarak görev alabilirler. Bu gerçekleştiğinde biz hala onlara “terör örgütü/terörist” gözüyle mi bakacağız?
Suriye’de bu tarz bir anlayışla sorun çözmek mümkün olmaz.
Dediğim bu benim.
-Süreçle amaçlanan şu: PKK’nın tüm unsurlarıyla Türkiye için tehdit unsuru olmaktan çıkartılması ve demokratik bir anlayışla bu unsurların devlet ve toplumla bütünleştirilmesini sağlamaktır.
Bu kanlı sorun çözüldükten ve Suriye’de bu demokratik entegrasyon sağlandıktan sonra hala terör örgütü ve terörist veya İsrail uşağı gibi sözlerle Türkiye’nin ayağına sıkmak da neyin nesidir?
Dediğimiz bundan ibarettir, vesselam.