Bir yanlıştan bir doğru çıkmaz.
Yanlış şu:
-Sanki birleşik ve bütünlükçü bir Suriye var da birileri Suriye’yi bölmek istiyor.
Doğrusu şu:
-Bölünmüş-parçalanmış bir Suriye var. İç savaştan dolayı da birbirine güvenmeyen silahlı yapılar var.
Doğru önerme şu:
Parçalanmış-bölünmüş Suriye herkesin Suriye’sine, yani tek Suriye’ye nasıl dönüştürülebilir?
X
Bu sorunun iki cevabı var:
-Ya gönüllülük temelinde demokratik bir entegrasyon. Suriye’nin tüm unsurlarını kurucu unsur olarak kabul edip sisteme gönüllülük temelinde dahil etmek. Bunu da ilan edilecek bir anayasada ayan-beyan belirtmek ve buna uygun bir siyasi temsil sistemi oluşturmak.
-Ya da gücü elinde bulunduranın diğerlerine boyun eğdirme yoluna gittiği, boyun eğmeyenlerin de boynunu koparmaya çalıştığı zorakilik temelinde bir entegrasyon.
Kılıç zoruyla bir bütünleşme.
Suriye işte bu yol ayrımında duruyor.
Suriye’de zorakilik temelinde bütünleşmeyi sağlayan Esad dönemi, dramatik bir iç savaş deneyimi eşliğinde doğru okunursa dosdoğru çözüm bulunabilir.
Bunun için herkesin üstüne düşeni yapması şart.
Yeni bir iç savaş kimin galibiyetiyle biterse bitsin o savaşın kazananı Suriye olmayacaktır. Araplar, Kürtler ve Türkler olmayacaktır.
Asıl kazanan, Suriye’nin kendi iç barışını adil bir anlayışla tesis edip tek ve bütün olmasını istemeyen ve Suriye’deki istikrarsızlık ve iç savaş üzerinden Türkiye’nin başlattığı sürecin bozulmasını sağlayarak Türkiye’nin tarih sahnesine her anlamda güçlü çıkmasını engellemeye çalışan malum güç odakları olacaktır.
Gönüllülük temelindeki demokratik bütünleşme, elbette varolan güvensizlikler dolayısıyla ha deyince hemen uygulamaya geçecek bir iş değil.
Bunun için güven ikliminin oluşturulması gerek.
Temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan anayasanın ilanı, bu doğrultuda herkesi kapsayan güçlü bir siyasi temsil sisteminin merkezde oluşturulması ve yerelde de bu temsili tahkim edecek bir yönetim modelinin inşası tek ve güçlü Suriye için yegane çözüm yolu olarak görünüyor.
X
Suriye’de etnikçilik ve mezhepçilik temelindeki yapılanmalardan kaçınmak lazım.
Merkezin de yerelin de, merkez-yerel yönetim ilişkisinin de etnikçilik ve mezhepçilik temelinde değil, demokratik yönetsel bir anlayışla inşa edilmesi, bölünmüş Suriye’yi bütünleştirmek için en doğru seçenek olarak görünüyor.
Bu genel çerçevede sağlanacak bir mutabakat, ayrıntılarda farklılıklar ortaya çıkarsa bile, müzakereler sonucunda herkese kazandıracak bir ortak çözüm formülasyonunu pekala beraberinde getirir.
Umarım ve dilerim Suriye’de Sn. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, eskiye dönüş olmaz.
Suriye’de yeni bir iç savaş beklentisi içinde olan, hatta bunu körükleyen güçlerin oyununu bozmak herkesin hayrınadır.
Şam yönetimi de SDG de üstüne düşeni yapmalıdır.
Aksi takdirde kazanan başkaları olur.
Suriye’de Arap-Kürt-Türk, Sünni-Nusayri-Dürzi ittifakı yeni Suriye’yi çok kısa sürede güçlü kılar.
Çözüme giden yol, sabır gerektirir.
Karşılıklı anlayış gerektirir.
Güvensizlikleri giderici somut pratik adımlar gerektirir.
Ve bunu herkesin göstermesi gerekir.
10 Mart mutabakatı her iki taraf için de bağlayıcıdır. Her iki taraf da yükümlülüklerini yerine getirmelidir.
Kolay olan yol, hemen kılıca sarılmaktır.
Kılıçla ve kanla sağlanacak barışın galip olana da gerçekte hiç bir fayda sağlamadığı, tersine zarar olarak geri döndüğü onca acı yaşanmışlıklardan anlaşılmadıysa, Allah akıl fikir versin demekten başka geriye söz kalmaz.
İnanıyorum ki Erdoğan liderliğindeki Türkiye Suriye için gerekli olan adil barışın sağlanmasında öncü rol oynayacaktır.
Dahası, Suriye’ye ve Suriye üzerinden o malum güçlerin Türkiye’ye kurmak istediği tuzağı da boşa çıkartacaktır.
Yine inanıyorum ki SDG de kurucu lider olarak kabul ettikleri Öcalan’ın çağrısına uyacaktır.
Herkese kazandıracak bir güvence sisteminin oluşturulması halinde bu düğüm de çözülmüş olacaktır.
Umarım ve dilerim süreç bozguncularının zil takıp oynayacağı o meşum ve kanlı günler tekrar geri dönmesin.



