Ağrı’da bazı sivil toplum örgütlerinin başkanları var ki, ne iş yaptıklarını kimse bilmiyor. Bu bir gizlilik politikası değil; ortada gerçekten bilinecek bir iş, görülecek bir emek olmadığı için bilinmiyor. Buna rağmen bu isimler, nedense valinin, vali eşinin, rektörün, vali yardımcılarının yanında boy göstermeyi çok iyi beceriyor. Programdan programa, törenden törene, fotoğraftan fotoğrafa…
Kendi yönetim kuruluna yemek ısmarlayacak gücü olmayan, cebinde çay içecek parası bulunmayan bu kişiler, aldıkları devlet projeleriyle hem kendilerini ayakta tutmaya çalışıyor hem de yönettikleri dernekler üzerinden bir rant alanı oluşturmaya çabalıyor. Devlet olmasa, kamu kaynakları olmasa bu yapıların büyük bölümünün bir ay dahi ayakta kalamayacağı herkesin bildiği bir gerçek.
Oysa, bu şehirde gerçekten ne iş yaptığı belli olan, ticaretiyle, mesleğiyle, emeğiyle ayakta duran STK ve oda başkanları da var. Ticaret Odası Başkanı’nın ticareti, Ziraat Odası Başkanı’nın çiftçiliği, Baro Başkanı’nın avukatlığı, esnaf odası başkanlarının esnaflığı, sendika başkanlarının mesleki kimliği açık ve görünür. Kim nereden kazanıyor, nasıl yaşıyor, hangi işi yapıyor belli. Kimse bu insanlara “Sen ne iş yapıyorsun?” diye sormuyor; çünkü cevabı ortada.
Ama bir de ne iş yaptığı, nasıl geçindiği, derneğini hangi kaynakla döndürdüğü bilinmeyen yapılar var. Devlet projeleriyle yaşayan, kamu kurumlarıyla kurduğu ilişki sayesinde varlığını sürdüren, ama şehre kalıcı bir katkısı olmayan yapılar… Asıl sorgulanması gereken mesele de burada başlıyor: Bu derneklere neden bu kadar proje, neden bu kadar destek, neden bu kadar itibar?
Çünkü yanlış kişilere verilen itibar, sadece bir fotoğraf karesiyle sınırlı kalmıyor.
İtibarsız kişiler; devlet yetkililerine, kamu idarecilerine, yargı mensuplarına, emniyet teşkilatına ve devlet adına kamusal görev yürüten birçok isme, aldıkları bu “devletin valisiyle yan yana durma” görüntüsünden güç alarak, bu şehir insanı hakkında yalan yanlış bilgiler aktarıyor. Kimi zaman kinle, kimi zaman nefretle, kimi zaman kişisel hesaplarla yapılan bu dezenformasyonun kaynağı tam olarak burasıdır. İtibarlı insanların devlete verdiği bilgi de itibarlı olur; ancak itibarsızların sunduğu bilgiler, ahlaki olmayan duygularla, kasıtla ve kötü niyetle şekillenir. Ve burada kaybeden, her zamanki gibi Ağrı ve Ağrı’nın insanı olur.
Vali bir programa katıldığında, devlet oraya itibar verir. Bu çok nettir. İtibarlı bir isimle yan yana gelindiğinde devletin itibarı güçlenir. Ancak itibarı olmayan, emeği olmayan, toplumsal karşılığı olmayan yapılarla yan yana gelindiğinde bu kez devlet, o yapıları itibarlandırmış olur. İşte asıl tehlike de budur.
Vali bizzat katılmazsa, vali yardımcısı gider; o olmazsa hanımefendi gider. Bir şekilde devletin temsili orada sağlanır. Peki neden? Bizim bilmediğimiz ne var? Görmediğimiz hangi başarı, hangi toplumsal karşılık bu yapıların arkasında duruyor? Toplum bunları görmüyorsa, sorun toplumda mı, yoksa tercihlerde mi?
Devletin itibarı, herkesle yan yana gelerek korunmaz. Tam tersine, kime mesafe koyduğunuzla, kime kapı açtığınızla korunur. Aksi halde bugün eleştirilen “itibarsızlık”, yarın normalleşir. Bugün sorgulanan ilişkiler, yarın sıradanlaşır. O zaman kimse kimseyi eleştirmesin; herkes hırlısıyla, arsızıyla, kim olduğu belirsiz yapılarla aynı kareye girsin.
Ama unutulmamalı: Toplum bir esnafın, bir sendikacının, bir odanın başkanının programa katılmasını yadırgamaz. Çünkü orada alın teri vardır. Ama vali katıldığı anda, o kişi ya da yapı artık sadece kendisini değil, devleti temsil eder. İşte bu yüzden itibar meselesi, kişisel değil kamusal bir meseledir.
Bu şehirde itibarın kime verildiği, yarın kimin sözünün dinleneceğini de belirler. Ve bu, hafife alınacak bir mesele değildir.





