DOLAR 32,4504 -0.15%
EURO 34,8290 -0.66%
ALTIN 2.441,260,23
BITCOIN 2048115-1,90%
Ağrı
20°

PARÇALI AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Mehmet Metiner: “Dinde zorlama ve baskı var mıdır?”

Mehmet Metiner: “Dinde zorlama ve baskı var mıdır?”

ABONE OL
08:45 | 06 Eylül 2022 08:45
Mehmet Metiner: “Dinde zorlama ve baskı var mıdır?”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Eski AK Parti Milletvekili ve Demokrasi ve Birlik Derneği’nin Genel Başkanı Mehmet Metiner dinimizde zorlamanın olmadığını vurgulayan bir köşe yazısı yazdı.

Genel Başkan Metiner’in yazısında, “Öncelikle belirtmek gerekir ki iman bir gönül işidir.

Gönülden benimsenmemiş hiçbir inancın kıymeti harbiyesi yoktur.

Zor ve baskı karşısında dilinizle ikrar ettiğiniz şey ne size bir şey kazandırır ne de size zorbalıkla ve baskıyla hükmedenlere.

Zor ve baskı sadece ve yalnızca münafıkların, yani ikiyüzlülerin sayısını çoğaltır.

Marifet, münafıkların sayısı çoğaltmak değildir.

Marifet, herkesin gönlündekini diliyle korkusuzca ikrar edebileceği özgürlükçü bir ortamı oluşturmaktır.

Değilse imtihanın sırrı da anlamı da ortadan kalkar.

ALLAH’IN DİLEMEDİĞİNİ DİLEMEK CAİZ Mİ?

Yüce Allah dileseydi herkes aynı şeye inanır ve aynı filleri işlerdi.

Başka bir deyişle, herkes tek bir yürek tek bir beden olurdu.

Farklılıklar olmazdı.

Ne derilerin farklılığı olurdu, ne dillerin.

Herkes tek tip olurdu.

Bütün insanlar da tek bir ümmet/topluluk olurdu.

Peki, o zaman Hz. Âdem’in cennetten yeryüzüne indirilmesine ne gerek vardı?

İlk Peygamber ve ilk atamız Hz. Âdem ile Havva anamız niçin yeryüzüne gönderildiler?

Hz. Âdem’in çocuklarından Kabil niçin Habil’in kanını döktü?

Yeryüzü sınanma yeridir.

Sınanma, özgürlükle anlamlıdır.

Tercihin olmadığı yerde imtihan da yoktur.

Silah zoruyla, baskı ve korkutmayla insanları hizaya soktuğunuzda siz gerçekte imtihanının sırrını da ortadan kaldırmış oluyorsunuz.

Zahiren ve şeklen size benzeyen ama gönüllerinde küfrünü saklı tutan o insanlar sayesinde siz daha iyi bir Müslüman olmuş olmuyorsunuz?

İslâmiyet’e de daha iyi veya en iyi hizmet etmiş olmuyorsunuz.

Allah’ın dilemediği bir şeyi dilemekle, yani Allah adına Allah’ın dilemediği bir şeyi zorla yapmakla siz son tahlilde yeryüzünün varlık sebebini de ortadan kaldırmış oluyorsunuz.

Her şeye muktedir olan yüce Allah’ın yapmadığı bir şeyi Allah adına üstelik zorbalıkla yapmaya kalkışmak, dinin öğretisiyle mutabık bir pratik değildir.

Haşa yüce Allah Hz. Âdem’in ilk günah olarak tanımlanan o yasağı çiğneyeceğini bilmiyor muydu?

Herkesin bilmesi gereken asıl gerçeklik şudur: Ne cennet ne de cehennem Hz.

Âdem’le birlikte yeryüzüne indirildi.

Cennet de cehennem de ötede.

Herkesi zorbalıkla oluşturulacak bir düzen marifetiyle cennete gönderme fikri, yeryüzünün varlık nedenini ortadan kaldıran sapkın bir totaliter projedir.

Bu tür totaliter siyasi projelere dini kılıf giydirilmesi, dini akideye yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Kim ki yeryüzünü zorbalıkla cennete dönüştürmek isterse o Allah’ın murat etmediği bir eylemi yapmakla asıl öğretiye ters düşmüş olur.

İnsanlar yeryüzünde hür iradeleriyle öteye kendileriyle birlikte cenneti de cehennemi de götürürler.

Sonsuz bağışlayıcı Allah’tır elbette.

O rahmandır ve rahimdir.

Hak ile batıl, iyi ile kötü, doğru ile yanlış, hakikat ile sapkınlık açık bir biçimde birbirinden ayrılmıştır.

Rabbimizin “Dinde zorlama yoktur” uyarısının anlamı açıktır: İnsanlar hür iradeleriyle dilediklerini seçmelidirler ki imtihanın sırrı tecelli etmiş olsun. Hesap günündeki sorgu-sualin de bir anlamı olsun.

TEBLİĞ,HATIRLATMA, TELKİN VE UYARI

Hak ve hakikati tebliğ etmekle yükümlüyüz.

Ama güzel ve tatlı bir dille.

Hatırlatmak, boynumuzun borcudur.

İnsanlar nisyan (unutmak) ile maluldür. O yüzden hak ve hakikatin, iyi ve güzel olanın her daim hatırlatılması elzemdir.

Telkin ve uyarı, güzellikle yapıldığında anlamlıdır.

Kırıp dökmekle, bağırıp çağırmakla, korkutup sindirmekle, ölüm tehditleri yağdırmakla varılacak yer, tebliğle amaçlanan şeyin hâsıl olacağı yer değildir.

Gönüle girmeyen ve gönülden benimsenilmeyen hiçbir din veya inanç uzun ömürlü olamaz.

Korkuyla ve zorlamayla benimsetilen bir din veya inanç, o korku ve zor iklimi sona erdiğinde farklı bir geri dönüşü ve hesaplaşmayı da beraberinde getirir.

İMAN-AMEL DENKLEMİ

İman, yalnızca gönülle alakalıdır. Gönülden dile taşınan ikrar, amelden ayrıdır.

Dinin temeli; gönüldür, gönüldeki imandır, gönülden yapılan tasdik ve ikrardır.

Amel; çok önemlidir, elbette gereklidir, lakin imanın mütemmim (tamamlayıcı) cüzü değildir.

Ehli sünnet akidesi bu doğru denklem üzerine kuruludur.

Amelden yoksun imanı yok sayan anlayışlar beraberinde türlü zorlamaları ve baskıları da getireceği için, en önemlisi de akidenin bizatihi kendisini hükümsüz kılacağı için makbul görülmemiştir.

Bu amelin gerekli olmadığı, başka bir deyişle, iman varsa amele gerek olmadığı anlamına zinhar gelmez.

Eğer öyle olsaydı yüce Rabbimiz amellerin önemini, anlamını ve gerekliliğini bize bildirmezdi.

Buradaki denklemi doğru anlamak ve yerli yerine oturtmak gerekir.

Aksi takdirde “iman varsa amel olmazsa da olur” veya “amel yoksa iman da yoktur” biçimde yanlış ve zararlı anlayışlara kapı aralanmış olur ki bundan doğacak fitne hem manen öldürücü olur, hem de kan dökmeye varacak tehlikeli saflaşmaları beraberinde getirir.

Doğrusu ehli sünnet öğretisine göre şudur: Amel çok önemli, anlamlı ve gereklidir.

Özellikle de farz ve vacip hükmünde olan ameller. Lakin bu ameller yerine getirilmediğinde iman ortadan kalkmış olmaz.

Amelleri terk veya ihmal, günah ve fısk hükmündedir. Günah ve fısk hali, imansızlık hali değildir.

Zoraki tevillerle veya kıyas yoluyla bazı ibadetlerin terki halinde öldürülme halinin vuku bulacağını söylemek, beşeri içtihatlardan öte bir anlam taşımak.

Kur’an’da ve sahih hadislerde apaçık belirtilmemiş konularda ölüm gibi hayati konularda serdedilen beşeri içtihatları, yani görüşleri dinin bizatihi kendisiymiş gibi savunup dayatmak doğru değildir.

Hangi konuda olursa olsun hiç bir beşeri içtihat veya yorum dinin bizatihi kendisi olarak dayatılamaz.

Dayatılırsa ortaya çıkacak fitne dinin ve dindar topluluğun kendisine en büyük zararı verir.

Tarih bu tür zararlı örneklerle doludur.

DİNİ AİDİYET, KULÜP ÜYELİĞİ DEĞİLDİR

Birilerinin yanlış benzetmelerle kafaları karıştırmıyor değil.

Dedikleri şu: “Şayet bir kulübe üye iseniz, o kulübün şartlarını veya kurallarını yerine getirmediğinizde o kulüpten ihraç edilirsiniz.”

Din, bir kulüp değildir.

Dini aidiyet ile kulüp üyeliği aynı değildir.

Din ve iman gönülle ve gönüllükle alakalıdır.

Dinin kurallarını veya emirlerini sırf yerine getirmediği için birilerini dinden çıkarmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

İnkâr hâli istisna.

Allah’ın apaçık haram kıldığı bir fiile helal demek, bir inkâr ve küfür halidir. O gönülde artık ne din kalır ne de iman.

İnkârın olduğu yerde iman yoktur.

Ama haram olduğunu bilerek sözgelimi içki içen biri veya farz olduğunu bilerek, yapmadığında günaha gireceğini kabul ederek namaz kılmayan birini dinsiz-imansız diye suçlamak, asla doğru değildir.

Diyelim ki, zorladığınız ve baskıladığınız için herkes her kurala ve emre uydu. Ezan okunduğunda dükkânını kapatıp camiye koştu. Sorarım: Bu zoraki ibadetin sahibine ne faydası var, oluşturulan zorbalık düzenine ne yararı var?

İbadet, gönülden ve isteyerek yapıldığında anlamlı ve değerlidir.

Birbirimizi iyilik, güzellik, doğruluk, hak ve hakikat konusunda uyaralım elbette, her yerde daim güzel sözlerle.

Tebliğ, telkin ve uyarılarla ortak iyide buluşmanın önünü açalım.

Ama birbirimize karşı zorlayıcı, dayatmacı ve baskıcı bir tutum içine girmeyelim asla.

Bir insanı ölümle korkutarak bir inançta tutmak veya şu ibadeti yapmazsan öldürülürsün tehdidiyle şeklen ibadet yapmak zorunda bırakmak dine veya din algısına fayda mı veriyor yoksa zarar mı?

Gönlüne giremediğimiz insanların bedenleri üzerinde zorla mutlak iktidar sahibi olmaya kalkışmak, yeryüzünü fitne yurduna çevirmek anlamına gelir mi gelmez mi?

Düşünmek lazım dostlar.” ifadeleri yer aldı.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.