Denklemi doğru belirlemek lazım…
PKK Türkiye için tehdit ise SDG de tehdittir.
PKK tehdit olmaktan çıktığında SDG de tehdit olmaktan çıkar.
Bu tamamen sürecin başarısına bağlı.
Süreç amaçlandığı şekilde başarıyla taçlanırsa PKK ile birlikte SDG de tehdit olmaktan çıkar.
Yok başarısızlıkla sonuçlanırsa, işte o zaman PKK ile birlikte SDG de Türkiye için ciddi bir tehdit odağı olarak varlığını sürdürür.
Türkiye’nin süreç henüz hitama ermemişken SDG’yi tehdit unsuru olarak görmesi elbette anlaşılabilir bir şey.
Burada netlik kazanması gereken iki husus var:
Birincisi, SDG’nin Şam yönetimiyle demokratik entegrasyonu çözülmezse Türkiye başlattığı süreci sonlandıracak mı? Başka bir deyişle, içerdeki süreç Suriye’deki düğümün çözülmesi şartına mı bağlı?
İkincisi, Türkiye etnik değil idari temeldeki adem-i merkeziyet talebinin kendisine mi karşı yoksa SDG’nın yönetimindeki silahlı bir yapının kendisine mi karşı?
Her iki konuda da düşüncelerim net:
Bence Suriye’deki çözüm modelinin Türkiye’dekinden ayrı olduğu kabul edilmelidir.
SDG’nin kendisi için silahlı bir bölgesel yönetim istemesi ne kadar kabul edilemez bir durum ise katı merkeziyetçi bir Şam yönetiminde ısrar da bir o kadar çözüm adına kabul edilemez bir durumdur.
Anayasal güvence olmadan sözle güven inşa edilmez.
O yüzden herkesin temel haklarını ve özgürlüklerini güvenceye alan bir yeni anayasanın ilanı ve bu doğrultuda herkesin temsiline imkan sağlayan demokratik bir merkezin inşası şart. Demokratik ve katılımcı güçlü merkezi tahkim edecek idari temelde bir yerel yönetim inşasının kabulü. Tek devlet, tek ordu, herkesin temsil edildiği güçlü ve demokratik bir merkez ve yerel topluluğun idari temelde merkezle işbirliği içinde kendi kendini yönettiği bir adem-i merkeziyetçi sistem. Bu Suriye’nin bütünlüğü için şart.
Hem merkez hem yerel yönetimin demokratik seçimlerle belirlenmesi elbette.
SDG’nin demokratik seçim olmadan elindeki silahlı gücü kendi bölgesel hakimiyeti için kullanması elbette kabul edilebilir bir durum değildir. Bunu PKK dışındaki Kürtler de kabul etmez zaten.
PKK’nın bu yöndeki adem-i merkeziyetçi bir talebi sürecin ruhuna da amacına da aykırıdır. Dahası, Kürtlerin iradesinin de silahlı gasbı anlamına gelir.
Türkiye’nin böyle bir yapılanmaya karşı çıkması sadece kendi güvenliği için değil aynı zamanda bölgede yaşayan başkaca Kürtlerin ve halkların da hür iradeleri üstünde kabul edilemez bir tehdittir.
Türkiye Suriye Kürtlerinin bir bütün olarak talebi olarak ortaya çıkan idari temeldeki adem-i merkeziyetçiliğine karşı çıkmayarak hem SDG sorununun herkese kazandıracak bir entegrasyonu dönüşmesini sağlayabilir hem de Kürtlerin anayasal statüleriyle beraber yerelde kendilerini Suriyelilik bilinciyle yönetmesini sağlayacak bir anlamlı kazanımı inşa edebilir. Türk-Kürt ittifakını Suriye sahasında da kuvveden fiile çıkartmış olur.
Bölünmeye yol açacak etnik temelli federasyon ve özerklik talepleri, özellikle de silahlı SDG yönetimindeki bölgesel arayışlar hem süreci sabote edici hem de hem de Kürtlere son kertede zarar verici niteliktedir.
SDG niyetini ve amacını sürecin yeni paradigmasına uygun belirlerse herkesin kazanacağı güçlü bir Suriye oluşur; Suriye’nin kuzeyi de tıpkı Irak’takine benzer dost ve müttefik bir güç olarak ortaya çıkar.
Şara’nın da demokratik Suriye’yi oluşturmak için gerekli olan anayasal güvenceleri ilan etmesi ve yeni siyasi sistemi somut olarak görünür kılması gerekir.
Suriye’de “kazan-kazan” siyaseti esas alınmalı ki kazanan Suriye olsun ve Suriye’de yaşayan herkes olsun.
Şara demokratik bir Suriye’nin inşası için gerekli adımları atmazsa ve SDG de kendisinin yöneteceği bir bölge tasavvurunda ısrar ederse, bu iki yanlıştan doğacak savaş herkese kaybettirecektir.
SDG de kaybedecektir ve Kürtlere de kaybettirecektir.
Sonuç:
Süreç başarılı olduğunda PKK da SDG de tehdit olmaktan çıkar.
Suriye sahasında sürecin bozulmasını isteyenlerin oyununu bozabiliriz.
Şimdi çözüm vaktidir; çözülme vakti değil!