Nihat Aydın’ın Kaleminden... Dinî Kurumların Türkiye’nin Terörsüz Yarınındaki Rolü

Türkiye’nin toplumsal geleceği üzerine en çok konuşulan projelerden biri olan Terörsüz Türkiye hedefi, yalnızca güvenlik politikalarıyla değil, aynı zamanda milli dayanışma, kardeşlik ve demokrasi değerleriyle yoğrularak inşa edilebilir. Bu noktada Diyanet İşleri Başkanlığı, geleneksel Anadolu medreseleri ve toplumda itibarı yüksek din adamlarının katkısı göz ardı edilemeyecek derecede önem taşır. Anadolu’nun bin yıllık barış kültürünün ana mayası, dini kurumların toplumsal vicdanı besleyen işlevinde saklıdır.

Diyanet, Cumhuriyet’in kurucu yıllarından itibaren din hizmetlerini devlet çatısı altında yürütürken, bugün gelinen noktada terörle mücadelede toplumsal zemini sağlamlaştırıcı bir misyona sahiptir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği üzere, “birlik, kardeşlik ve dayanışma ruhu” yalnızca siyasi hamlelerle değil, halkın kalbine dokunan manevi hizmetlerle güçlenir. 15 Temmuz sonrası yaşanan toplumsal direniş, minarelerden yükselen selalar ve din adamların nutukları bu manevi damarların ne kadar güçlü bir refleks gösterebildiğini tüm dünyaya kanıtlamıştır.

Öte yandan medreseler, Anadolu’nun kadim şehirlerinde asırlardır sadece dinî ilimleri değil, ahlakı, hikmeti ve barış kültürünü öğreten ocaklar olmuştur. Diyarbakır, Siirt, Muş, Ağrı, Cizre, Bitlis ve Van gibi şehirlerde yetişen alimler, toplumsal huzurun manevi mihenk taşlarıdır. Bugün bu kurumların yeniden işlevselleştirilmesi, şiddeti reddeden, barışı kutsayan bir nesil yetiştirilmesinde stratejik bir adım olabilir. Özellikle Ahmedi Xani, Said Nursî, Molla Halil Siirdî gibi isimlerin geçmişte Anadolu halkını dini değerler üzerinden barışa çağırmaları, günümüz için de ilham vericidir.

Din adamlarının, özellikle de yerel kanaat önderi imamların ve medrese kökenli alimlerin, terör örgütlerinin gençleri istismar eden söylemlerine karşı en güçlü panzehir oldukları unutulmamalıdır. Van’da bir cami kürsüsünde verilen “kardeşlik hutbesi” yahut Mardin’de bir müderrisin yaptığı “fitneden uzak durma” vaazı, çoğu zaman silahların yapamadığını başarır. Çünkü Anadolu insanı, sözü hak ve hikmetle söylenen din adamına kulak vermekten asla vazgeçmemiştir.

Terörle mücadelenin sadece güvenlik odaklı değil, kültürel ve dini bağlamda da desteklenmesi gerektiği bugün her zamankinden daha aşikârdır. Diyanet’in hazırladığı hutbeler, imamların köy köy dolaşarak yaptığı sohbetler, Kur’an kurslarının ve ilahiyat fakültelerinin barış odaklı eğitimleri, milli dayanışmayı diri tutan unsurların başında gelir. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dini ve milli değerlerimizi korumak, birliğimizin teminatıdır” sözü, sürecin yönünü net biçimde göstermektedir.

Anadolu’nun hafızasında din, yalnızca bir inanç değil, aynı zamanda bir barış dilidir. Mevlânâ’nın “Gel, ne olursan ol gel” çağrısı, Hacı Bektaş-ı Velî’nin “İncinsen de incitme” düsturu, bugün terörsüz bir Türkiye’nin fikri ve manevi temelini oluşturabilecek evrensel mottolardır. Diyanet’in çağdaş kurumsal yapısıyla, medreselerin geleneksel hikmet üretim gücüyle ve din adamlarının halk üzerindeki otoritesiyle, Türkiye’nin kardeşlik ve demokrasi yolculuğu kökleşecektir.

Sonuçta, terörün bitirilmesi salt bir güvenlik zaferi değil, aynı zamanda bir medeniyet vizyonudur. Bu vizyonun omurgasını ise Anadolu’nun kadim dini kurumları ve din adamlarının barışı telkin eden çağrıları oluşturacaktır. Terörsüz Türkiye’nin kapıları, işte bu manevi anahtarlarla açılacaktır.