Mehmet Metiner’in Kaleminden… Bir serzeniş, bir sitem, bir itiraz…
Serzenişim, kimsenin aklına ihtiyaç hissetmeden sorun çözmek isteyenlere.
Kendi aklını herkesin aklından üstün tutanlara.
Her şeyin merkezine yalnızca kendi aklını yerleştirmek isteyenlere.
“Devlet aklı”nın arkasına sığınıp kendi dava arkadaşlarının aklını bile “hiç” veya “önemsiz” görenlere.
Sitemim, egosu şişkin olanlara.
Sorunu dün çözülebilecek noktada iken kendi kibirli akıllarıyla çözemeyip bugüne taşıyanlara.
Bugün de çözülebilecek aşamada iken yine o kibirli akıllarıyla sorunu yarına daha kangrenli bir biçimde taşıyacak olanlara.
Bilge lider Bahçeli’nin aklına hayranım.
Çünkü o kendi aklını başkalarının aklıyla beslemesini biliyor.
Çünkü o kibirli değil.
Aslında kendi aklıyla çözdüğü veya hal yoluna koyduğu bir sorun karşısında payeyi yalnızca kendisine çıkarmayacak kadar da büyük bir aklın sahibi.
Herkesin o çözüm aklı karşısında takdirlerini ve teşekkürlerini kendisine sunduğu bir günde Sn. Bahçeli en ufak bir sözle katkıda bulunmuş olanları bizzat arayarak onurlandırmasını, tebrik ve teşekkür etmesini bilen, dahası sorunun kesin çözümü için akıl sahipleriyle istişare etmesini her şeyin üstünde gören bir bilgeliğin sahibi.
Bilge liderlik böyle bir şeydir.
O her şeyi bilen ve hiç kimsenin aklına ihtiyaç hissetmeyen, en fenası başka akıl sahiplerinin farklı fikir ve önerilerine açık olmayan ve bunu da “devlet aklı” maskesinin arkasına sığınarak yapan o birilerine elbette sitem hakkımız var bizim.
Ömrünü ve aklını sorunun çözümüne adamış insanların aklını önemseyenler nedense sorun farklı bir zemine taşındığında ilk onların desteğini beklerler.
“Sizin aklınıza ihtiyacımız yok, bize koşulsuz destek verin ve ne taparsak ardımızda durun yeter!” diyenler akıllarını başlarına devşirsinler.
Siyaset bu değil.
“Devlet aklı” dedikleri buysa yazık!
Yıllar yılı eski Türkiye’de o birileri hep böyle dedi, böyle yaptı.
“Devlet aklı” dediler.
“Devlet bilir!” dediler.
Ne olduğunu gördük.
Vaktinde rahatlıkla çözülebilecek sorunlar kangrene dönüştü.
Sorun olmayacak sorunlar bile bu tür akılsızlıklar yüzünden çıktı.
“İnkâr olmasaydı sorun olmazdı” dediğimizde inkarın ideolojisi dayatıldı.
Sorun ortaya çıktığında çözüm aklı gösterildiğinde “bölücülük” denildi.
Hep akıllıydılar o birileri.
İsyan başladığında sorun sadece silahla çözülmez denildiğinde de inadına daha çok silaha sarıldılar.
Bu yanlış şiddet ve silah politikalarıyla sorunu kangrene dönüştürürsünüz, sorundan beslenen yapıyı da toplumsallaştırır devleştirirsiniz diyenleri terör yandaşlığıyla veya destekçiliğiyle suçladılar.
Beyaz Toroslarla sonuç alabileceklerine inandılar.
Çünkü “devlet aklı”na sahiptiler!
Ve dahi pek bir akıllıydılar!
Allah bütün aklı onlara vermişti.
Memleketin asıl sahipleri de onlardı.
Memleketi bir tek onlar kurtarabilirdi.
Tek akıl kendi akıllarıydı, tek yöntem kendi yöntemleriydi.
Sorun büyüdükçe büyüdü.
Serzenişimiz ve sitemimiz bu akladır.
Evvela teröristlerle bir tuttular.
Sonra terör örgütü kendisine karşı çıkanları ölüm listelerine koydular.
“Hain, ajan, işbirlikçi” yaftasıyla.
Akıl aynı akıldı.
Yöntemleri de birdi.
Sorunu doğurup büyütenler ve sorundan beslenenler kendisine itiraz eden herkesi aynı akılla ve yöntemle düşman ilan ettiler.
Sitemimiz de itirazımız da bunadır bizim.
Sorun kendini devlet gören ve başkalarının aklına zerre itibar göstermeyen bu aklaydı.
Her iki aklın suçlamaları o yüzden birdi.
Biri sizi “makbul vatandaş” görmüyordu. Dahası, “bölücü, terör yandaşı” görüp gösteriyordu.
Diğeri sizi “makbul Kürt” görmüyordu. Hatta Kürt görmüyordu. Devletin ajanı ve işbirlikçisi bir hain olarak görüp gösteriyordu.
Sitemimiz ve itirazımız bunadır bizim.
Terörü bitirmek için çabaladığınızda da devlet ve toplumla bütünleşme amacı doğrultusunda kendini feshedip silah bırakan örgütün doğru karar aldığını söyleyip sorunu temelli çözecek ülke yararına ve hepimize kazandıracak önerilerde bulunduğunuzda da bu kez sorundan beslenen başkaları tarafından “terör destekçisi, terörist, hain” diye yaftalanıyorsunuz.
Sitemimiz ve itirazımız bunadır bizim.
Galiba kaderimiz hiç değişmeyecek bizim.
Ölünceye kadar hep birilerinin gözünde imha edilmesi gereken düşman olarak görüleceğiz.
Sorun değil.
Kimseye yaranmak gibi bir niyetimiz yok.
Kimseden talep ettiğimiz bir şey de yok.
Unvanlar da makamlar da hep o en akıllı olanların olsun.
Biz ülkemizin hayrına, bu ülkede yaşayan Türk ve Kürtlerin hayrına gördüğümüz her şeyi söyleriz, yanlış gördüklerimize de itiraz ederiz.
Önerilerimize ve itirazlarımıza evvela hiddetle ve şiddetle itiraz edenlerin günü geldiğinde aynısını dediklerini görmekten memnuniyet duyarız.
Her ne kadar o vaktinde dediklerimizi miri malı görüp kendilerine ait kılsalar da.
Bir teşekkürü çok görseler de.
Sorun etmeyiz.
Tersine sorun çözüldüğü için seviniriz.
Bu sevincimizi çok görüp bizi nedense sevincimiz üzerinden suçlayanlaradır sitemimiz ve itirazımız.
Suriye bahsinde ezberlerin dışına çıktık.
Suriye’de sistem yanlış dizayn edilirse içerideki sorunu da çözmek mümkün olmaktan çıkar dedik.
“Ezeriz geçeriz!” diyenler, tıpkı geçmişte olduğu gibi, bize yine “bölücü, terör yandaşı” gözüyle bakar oldular.
“Mesele örgüte silah bıraktırmak değil, asıl çözüm örgütün emrindeki milyonlarca Kürt’ü Türkiye’nin gücüne dönüştürebilmek” dediğimizde sözümüzün anlamını bilmeyenler çemkirmeye başladılar.
“Suriye’deki Kürtlerin doğru temeldeki kazanımlarına biz öncülük etmeliyiz, onları hem Suriye’nin sistemine kurucu unsur olarak hem de kendilerini yerelde yönetme gücüne sahip kılmalıyız, bunu etnik temelde değil, idari temelde yapmalıyız, sözgelimi kendi valilerini bizzat kendilerinin seçmesine izin vererek veya başkaca bir formülle merkezin gücünü yerelin gücüyle birleştirmek yeni ve güçlü bir demokratik sistem oluşturarak yapmalıyız” dediğimizde eski Türkiye’nin ağzıyla “üniterlik” deyip bizi suçlayanlaradır sitemimiz ve itirazımız.
Suriye’nin adı Arap Cumhuriyeti değil yalnızca Suriye Cumhuriyeti olmalı ve Suriye’de yaşayan tüm unsurları kurucu unsur olarak bağrına basıp yerel yönetimleri de demokratik bir temsil zeminine oturtan bir Suriye Cumhuriyeti olmalı dediğimizde Suriye’ye marazî eski Türkiye sistemini önerenler bize demediklerini bırakmadılar.
Türkmen kardeşlerimizin talepleri de bu doğrultudaydı.
“Suriye’de böyle bir anayasa kabul edilse bile biz etmeyiz, bu ülkemiz için tehdittir” diyen kimi güvenlik uzmanlarını baş tacı edip sopadan beter laf edenleredir sitemimiz ve itirazımız.
Eski Türkiye’nin devlet aklıyla Irak’ın kuzeyine de o güvenlik uzmanlarının aklıyla neredeyse savaş ilan edilmek üzereyken “Yapmayın, etmeyin, yanlış yapıyorsunuz, Türkiye’nin gücüne dönüşebilecek Kürtleri düşmanlaştırarak hem Türk-Kürt kardeşliğine darbe vuruyorsunuz hem de sorundan beslenen örgütün değirmenine su taşıyorsunuz, yapmayınız, oradaki Kürt kazanımını kendi kazanımız olarak görüp doğru temelde ilişkileniniz, göreceksiniz kazanan Türkiye olacak!” dediğimizde hangi sözcüklerle suçlandığımızı burada söylemekten ar ederiz.
Ne oldu?
Oradaki yapı, bugün Türkiye’nin gücüne dönüştü.
Kazanan Türklerle Kürtler oldu.
Kazanan Türkiye oldu.
Türkiye ordusunu o tarihte Barzanilerin üstüne sürmeye çalışıp buna da “devlet aklı” diyenleredir sitemimiz ve itirazımız.
İşte buradan açık açık söylüyorum.
Cumhurbaşkanımız hayatta olduğu için söylüyorum.
O tarihte Başbakan olan Reis’imizin bilgisi dahilinde gidip Barzani ve Talabani ile görüştüğüm için söylüyorum.
O tarihte Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül ve Başbakan olan Reis’imizin dış politika başdanışmanı olan Ahmet Davutoğlu hayatta olduğu için söylüyorum.
O tarihte bir rapor olarak sunduğumuz önerilerin hepsi uygulandı daha sonra.
Fena mı oldu?
Türkiye kazandı.
O tarihte PKK rahatsız oldu.
Beni bu ziyaretlerim dolayısıyla “Erdoğan’ın Kürdistan sefiri” olarak ilan edip hedef gösterdiler.
PKK, beni Başbakan’ın emriyle Barzani ve Talabani ile kendisinin tasfiyesi için görüşmelere gönderildiğimi iddia edip hedef gösterdi, içerideki o malum odaklar da başka türlü suçlamalarla düşmanlaştırdı.
Oysa görüşmelerimizin tek amacı vardı: Türklerle Kürtlere kazandıracak bir Türk-Kürt ittifakını sağlamak ve bu çerçevede Irak Kürt Bölgesel Yönetimiyle Türkiye’nin resmi düzeyde köklü ilişkiler geliştirmesini sağlamaktı.
Bu oldu çok şükür.
Başkalarının da bu yöndeki telkinleri ve Reis’imizin cesaretli kararıyla bu gerçekleşti.
Kazanan kim oldu?
Pek tabii Türkiye oldu.
Kardeşliğimiz oldu.
Barzani yönetimi Türkiye’nin gücüne dönüştü.
Suriye bu perspektifle dizayn edilmeli dediğimizde, Suriye’de Irak’takine benzer bir yapı ortaya çıktığında bu Türkiye’nin gücüne dönüştürülebilir dediğimizde bizi niyetimizden bağımsız mülevves suçlamaların muhatabı kılanlaradır sitemimiz ve itirazımız.
Suriye’de her şey için henüz vakit varken aklımızı başımıza devşirmeliyiz diyorum.
“Devlet aklı” diyenler Sn. Devlet Bahçeli’nin aklını örnek almalıdırlar.
Hem o bilgece tavrı hem de cesurca tutumu.
Suriye’nin yeni anayasasının hangi kurucu ilkeler ve Suriye Cumhuriyeti’nin herkesi kapsayacak nasıl yeni bir merkez-yerel yönetim pratiği üzerine inşa edileceği ilan edilirse Suriye iç istikrarını ve toprak bütünlüğüyle birlikte siyasi birliğini muhafaza eder. Suriye’nin içini enfekte etmek isteyen İsrail’in oyunu da bozulur.
Suriye üzerinden bizim barış sürecimizi bozmak isteyenlerin de oyunları başlarına çalınır.
Biliyorum, bunu bugün dediğimiz için bize yine kem gözlerle ve nazarlarla bakanlar çıkacaktır.
“Devlet aklı”nın arkasına sığınarak bunu yapacak olanların aklı umarım ve dilerim ülkemizi, iç barışımızı ve ekonomimizi telafisi imkânsız yeni sorunlar bataklığının içine çekmesin.
Ve dilerim bu bahiste biz yanılanlardan olalım.