AK Parti Eski Milletvekili ve Demokrasi ve Birlik Derneği Genel Başkanı Mehmet Metiner, bugünkü yazısında millet olmadan siyasetin yapılmasının bir önemi olmadığının altını çizdi.
Genel Başkan Metiner’in yazısında, “Siyaset millet için yapılır.
Milletle yapılır.
Millete rağmen bir siyaset, son kertede hezimetle neticelenir.
“Millete rağmen” ne demektir?
Şu demektir:
Birincisi: Milletin istemediği işleri yapmak.
İkincisi: Milletin istemediği kişileri milletin başına geçirmek.
Ne yazık ki Türkiye’de “partiler demokrasisi” marifetiyle herhangi bir parti güç ve kuvvet kazanınca bir süre sonra gücünü milletten aldığını unutarak millete rağmen bir siyasete yönelebiliyor.
“Yeter, söz milletin!” demek, siyaseten güçlü ve doğru bir retorik.
Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu söylemi, hiç kuşkusuz millet iradesinin üstünde bir iradenin olamayacağına dair güçlü ve etkili bir demokratik kuramın vurgusu.
Ancak teorik söylem ve vurgular siyasetin pratiğine dönüştürülmediği sürece elbette anlamlı değildir.
Bir süre sonra bu söylem ve vurgular anlamını da inandırıcılığını da yitirir.
Siyaset kurumuna milletin duyduğu güvensizlik tam da bununla alakalıdır.
Seçimden seçime hatırlanan bir millete bir de milletin istemediği kişilerin her seferinde baş kılınması, demokratik siyaseti de itibarsızlaştıran faktörlerin başında geliyor.
“Millet seçmesini bilmez!” anlayışı, ne yazık ki teorik olarak buna itiraz eden partilerde bile pratik bir gerçeklik olarak duruyor karşımızda.
Siyasal oligarklar kendilerini millet adına ama millete rağmen millet için en uygun olan siyaseti de kişileri de belirleyecek konumda görebiliyorsa ortada milli İrade bahsinde ciddi bir sorun var demektir.
Şuna hiç kuşku yok: “Sizin için neyi ve kimi uygun görüyorsak sizin için de uygun olan odur!” kibrine ve imtiyazına dayalı siyasal elitist anlayış terkedilmediği sürece tanımına uygun bir millet iradesi asla gerçekleşemez.
MİLLETİN ADAMLARI YOKSA MİLLETİN SİYASETİ DE YOKTUR
Milletin adamlarıyla yol yürünmeli.
Milletin istediği adamları siyasetin asıl aktörleri haline dönüştürmeyenlerin millet adına ve dahi millet için siyaset yaptıklarını söylemeleri boş bir retorikten ibarettir.
Milletin istemediği ama siyasal oligarkların oluruyla parti listelerinden seçilenler, seçildikten sonra milleti değil kendilerini seçtirenleri memnun etmeye yönelirler haliyle. Bu durumda millet iradesine dayalı siyaset, siyasi oligarkların iradesi karşısında adeta hiçleşir. Millete ait olduğu söylenen o yüce meclis de güçlü ve iradeli olmaz.
Milleti değil, kendini millete rağmen seçtiren kudretlileri memnun etmeye yönelenlerin o yüzden milletin gönlünde de karşılığı olmaz.
Millette karşılığı olmayanların millet nezdinde sözlerinin de etkisi olmaz.
Onların seçimden seçime milletle kurdukları ilişkilerin ve dahi sarf ettikleri yaldızlı lafların karşılık bulmamasının sebebi budur.
Kendini ne pahasına olursa olsun bir dönem daha seçtirmekten başka hiç bir amacı kalmamış olanlar ve bunun için de en güçlü kimse onun eteğine tutunmayı marifet sananlar üzerinden milletin ikna edilebileceğini sanmak aldatıcı olur.
İşin gerçeği şu: Millet artık kendi vekillerini kendisi seçmek istiyor. Kayıtsız-şartsız ve doğrudan.
Tıpkı Cumhurbaşkanını seçtiği gibi.
Mevcut seçim yasası buna izin vermiyor ne yazık ki.
Partilerin listesinden kimler kendileri için uygun görülmüşse sırf partili aidiyetlerinden dolayı verdikleri oylarla onların seçilmesini sağlıyorlar.
Bu sistem değişinceye kadar yapılacak olan şey bellidir askında.
Millet için ve milletin seçimini üstün iradeye dönüştürmek iddiasıyla yola çıktığını söyleyen partiler tek tek seçim bölgelerinde ve bütün bir ülke sathında siyasette kimleri görmek istediklerini millete doğrudan sormalıdırlar.
Millet kimi nerede görmek istiyorsa onlar oraya getirilmelidir.
O parti içi delege sisteminden kimse bahsetmesin lütfen.
O delegelerin nasıl belirlendiği sır değil.
Parti başkanlarını belirleyenlerin temayül yoklamalarından nasıl kendilerini çıkarttıkları da.
Temayül olmasın demiyorum. Olsun elbette. Ama o seçim bölgesinde üye olan herkesin görüşüne de başvurulmalı.
Ama en doğrusu, doğrudan milletin kendisine sorulmalı.
Tarafsız ve her türlü manipülasyondan ari anketlerle milletin gönlündeki adamlar ve millette güçlü karşılığı olan aktörler belirlenmeli.
Tabii gerçekten güçlü ve etkili aktörler siyasette olsun isteniyorsa.
“Yeter söz de karar da milletindir” diyenler bunun gereğini yapmazlarsa kendilerini inkar etmiş olurlar.
Bir süre sonra da milletle olan bağları çözüleceği için de siyaseten güçsüzleşirler.
İŞTE YOL İŞTE YORDAM
Diyeceğim şu:
Siyasal oligarkların siyaseti kendilerine göre tanzim ettikleri anlayıştan milletin doğrudan kendi adamlarıyla siyaseti belirlediği bir anlayışa acilen evrilmek olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.
Milleti bütün olarak kucaklayan bir söylem şart.
Ayrıştıran ve çatıştıran bir dil yerine “Her birimiz bir diğerimizle anlamlıyız ve değerliyiz, biz farklılıklarımızla birlikte Türkiye’yiz!” dilini acilen pratiğe dönüştüren bir kucaklayıcı siyasetin inşası farz.
Milleti dinleyelim.
Anlatmak yerine sahiden dinleyelim.
Eksikliklerimizden ve yanlışlıklarımızdan dolayı af dileyelim.
Af dileme erdemliliğinde bulunalım.
Kusurun ve eksiğin bizde olduğunu teslim eden mütevazi bir dil kuşanalım.
Kibrin dilinden ve dahi zerresinden uzak duralım.
Dinleyelim ve gereğini yapalım, yeter!
Göreceksiniz milletimiz de asıl o vakit tekrar gereğini yapacaktır.
Ders çıkartmayanların ve gereğini yapmayanların akıbeti hayrolmaz, biline!