İrşad Sami Yuca’nın Kaleminden... Taşın Kalbe Dönüştüğü Yer: Kâbe ve Ümmetin Ortak Vicdanı


Geçenlerde popüler bir sosyal medyada gezinirken ilgi çekici bir Kâbe videosuna rastladım. İzlediklerim karşısında Kâbe'nin yalnızca siyah örtüsüyle tanınan bir yapı olmadığını; o, insanlığın yeryüzündeki ilk secde hafızası olması hasebiyle değerinin ne denli paha biçilmez olduğunu tahayyül ettim. Taşın kalbe, mekânın manaya dönüştüğü bu yer, Kur’ân’ın ifadesiyle “insanlar için kurulan ilk ev”dir (Âl-i İmrân, 96). Kâbe’ye bakmak, bir binaya değil; insanın yaratılış gayesine bakmaktır. Onun etrafında dönen bedenler, aslında hakikat etrafında dönen ruhlardır. Bu yüzden Kâbe, mimariden çok mânâdır; coğrafyadan çok kıbledir; görünen bir taş yığını değil, görünmeyen bir çağrıdır.

Tarihsel açıdan Kâbe, insanlığın tevhid yürüyüşünün somut izidir. Hz. Âdem’le başlayan, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile yeniden yükselen bu iz, peygamberler tarihinin merkezinde yer alır. Kur’ân’da “İbrahim’e Kâbe’nin yerini hazırladık” buyrulurken (Hac, 26), aslında insanlığa bir yön tayin edilmiştir. Kâbe, zamanın yıpratamadığı bir tanıklıkla, putların gölgesinde bile tevhidin sönmeyen kandili olmuştur. Cahiliye karanlığında bile varlığını koruması, onun ilahi muhafazasının tarihsel bir delilidir.

Sosyolojik bakımdan Kâbe, ümmetin eşitleyici aynasıdır. Irk, sınıf, dil ve coğrafya farkı; Kâbe’nin etrafında erir, aynı dairenin içinde anlamını yitirir. İhramla soyunan bedenler, statülerinden de soyunur. Zengin-fakir, yönetici-yönetilen, âlim-cahil; hepsi aynı taşın karşısında aynı sessizliğe durur. Bu sosyolojik tecrübe, modern dünyanın üretemediği bir eşitlik pratiğidir; kâğıt üzerinde değil, beden ve ruh üzerinde yaşanır.

Psikolojik açıdan Kâbe, insanın dağınık iç dünyasını toparlayan bir merkezdir. Yönsüzlük çağında kıble olmak, yalnızca namazın değil, ruhun da istikametini tayin eder. Kâbe’ye yönelen insan, içindeki savrulmayı durdurur; dairesel tavafta kendi eksenini bulur. Her dönüş, bir yüzleşme; her secde, bir teslimiyettir. Bu yüzden Kâbe, yalnızca ibadet mekânı değil, insanın kendisiyle barıştığı bir iç sükûnet alanıdır.

Siyasi açıdan Kâbe, güç değil hakikat merkezidir. Tarih boyunca krallar, sultanlar, imparatorlar gelmiş geçmiş; fakat hiçbiri Kâbe’yi kendi mülkü kılamamıştır. Zaten kılamazlardı. Onun önünde en kudretli hükümdar da sıradan bir kuldur. Bu yönüyle Kâbe, İslam siyaset düşüncesinin sessiz manifestosudur: mutlak otorite Allah’a aittir, kul ise kuldur. Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethinde başını eğerek Kâbe’ye girişi, fetihlerin bile tevazuya boyun eğdiğini gösteren sembolik bir andır.

İman açısından Kâbe, kalbin sabit noktasıdır. Mümin için kıble, yalnızca namaz yönü değil; hayatın yönüdür. Nerede olursa olsun, müminin yüzü Kâbe’ye, kalbi Allah’a dönüktür. Hadislerde Kâbe’ye bakmanın bile ibadet sayılması, bu mekânın imanla kurduğu derin bağın göstergesidir. Kâbe, imanın mekâna bürünmüş halidir; soyut bir inancın somutlaşmış şahitliğidir.

Ümmet bilinci açısından Kâbe, dağılmış kalabalıkları bir “biz”e dönüştüren merkezdir. Aynı kıbleye yönelen milyonlar, fiilen birbirini tanımasa da manen aynı safta durur. Bu, ümmetin coğrafyayı aşan kardeşliğidir. Hac ve umre, yalnızca bireysel arınma değil; kolektif bir hatırlayıştır: Aynı Rab, aynı kitap, aynı kıble. Kâbe, ümmetin hafızasını diri tutan ortak vicdandır.

Modern dünyanın hız, tüketim ve benlik putları karşısında Kâbe, sessiz ama güçlü bir itirazdır. O, göğe yükselen gökdelenlere karşı yere kapanmayı; gösterişe karşı sade bir örtüyü; çoğalmaya karşı tekliği hatırlatır. Modern insanın kaybettiği merkez duygusunu, Kâbe her namazda yeniden teklif eder. Bu teklif, bir nostalji değil; çağlar üstü bir çağrıdır.

Sonuçta Kâbe, taşla örülmüş bir bina olmaktan çok, imanla örülmüş bir anlamdır. Tarihi, sosyolojiyi, psikolojiyi ve siyaseti aşan bir derinlikle; insanın Allah’la kurduğu en eski ve en diri bağdır. Ona yönelmek, aslında dağılmış hayatımıza bir merkez tayin etmektir. Kâbe durdukça, insanın hakikatle randevusu da devam edecektir; çünkü o, yeryüzünde kalbin kıblesi olarak var olmaya devam eden ilahi bir işarettir.