DOLAR 32,3921 0.22%
EURO 35,0751 -0.1%
ALTIN 2.324,950,25
BITCOIN 2240786-2,61%
Ağrı

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

‘Son nefesimi bir mağduru sevindirirken vermek istiyorum’

‘Son nefesimi bir mağduru sevindirirken vermek istiyorum’

ABONE OL
18:24 | 06 Ekim 2020 18:24
‘Son nefesimi bir mağduru sevindirirken vermek istiyorum’
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türk Kızılay Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Turunç, “Son nefesimi yatağımda değil, koştuğumuz bir yerde, Uganda’nın ya da belki Moğolistan’ın bir yerlerinde, dünyanın bir ucunda yardım yaparken, bir mağduru sevindirirken vermek istiyorum.” dedi. Ulusal ve uluslararası birçok dernekte 40 yıla yakın aktif görev alan, dünyanın dört bir köşesinde 100’ü aşkın ülkeye insani yardım götürülmesine aracılık eden Turunç, “son nefesini” vermek istediği insani yardım faaliyetlerindeki gelişimi, bu süreçte yaşadıklarını ve yardım gönüllülerine tavsiyelerini AA muhabirine anlattı. İnsani yardım faaliyeti alanında birçok derneğe destek veren ve ilham kaynağı olan Turunç, yardımların kişisel ve kurumsal iki boyutu olduğuna dikkati çekerek, “Bu yardımları yapma fırsatı bana Allah’ın bir lütfu, armağanıydı. Başka işler, sosyal statüler de isteyebilirdim ama müthiş manevi karşılığı olan, ruhuma farklı güzellikler kazandıran bu çalışmaları başka bir alanda yapamazdım. Son nefesimi yatağımda değil, koştuğumuz bir yerde, Uganda’nın ya da belki Moğolistan’ın bir yerinde yardım yaparken vermek istiyorum.” diye konuştu.Turunç, Türkiye’nin uluslararası alanda yürüttüğü yardım faaliyetlerinin tarihsel temellerinin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki vakıf geleneğine dayandığını ve bu geleneğin ihtiyaç sahiplerini inancı, milliyeti ya da rengine göre ayırmadığını söyledi.

“Yardıma giden hiçbir kurumun gizli bir ajandası yok”

Türkiye’nin sel, deprem, tsunami, kuraklık, açlık gibi sorunlarla mücadele eden tüm ülkelere ve devlet kurumları ve dernekler aracılığıyla yardım eli uzattığını anlatan Turunç, şunları kaydetti: “Şimdiye kadar hep mazluma dini, ırkı, dili, ırkı sorulmaz mantığıyla hareket ettik. ‘Ben yardım yaparsam oradaki insanlardan karşılığını alırım.’ diye gitmiyoruz. Yardıma giden hiçbir kurumun gizli bir ajandası yok. Gittiğimiz tüm yerlerde çok olumlu tepkiler alıyoruz. Diğerlerinden farklı olduğumuza eminler artık. Maalesef Batılı sivil toplum kuruluşlarının ticaret ve başka çıkarlar için oralara gittiğine şahit oldum. Zor şartlarda yaşayan insanların, çocukların bu ülkelerin yardım kuruluşları tarafından kötü amaçlarla kullanıldığını da gördüm.”

“Yağmurda, çamurda, kurşunların altında çalışıyorsunuz”

İsmail Hakkı Turunç, bu ülkelerdeki yardım faaliyetlerine katılan gönüllülerin “tarifsiz duygular” yaşadığını ve Türkiye’ye geldikten sonra bir an önce o bölgelere tekrar dönmek için yeni projeler hazırladığına şahit olduğunu aktardı. Tüm ömrünü insanlara yardım uğrunda harcamak istediğini dile getiren Turunç, gönüllülerin yaşadıklarına ilişkin şu ifadeleri kullandı:”Ben 106 ülkeye gittim. Ömrüm yetse de gitmediğim ülke kalmasa, ömrüm yetse de mağdur insan kalmayacak kadar herkese yardım edebilsem… Onun zevkini aldım. Yardım gönüllüleri yağmurda, çamurda, karda, kışta, kötü yol şartlarında, Keşmir’in dağlarında, Meksika’nın, Pakistan’ın, Endonezya’nın ormanlarında, Açe’nin farklı yerlerinde, Somali’de kurşunların altında, Suriye’de üzerine ne zaman bomba düşeceğini bilmeden çalışıyor. Onların bazen tebessüm ederken bizim ağladığımız, bazen yardım ederken onlar ağladığında bizim de ağladığımız, ahirette bizi kurtarmalarını ümit ettiğimiz o onlar tesadüf değildir.”

“Yardımı alanların duygularına göre hareket edilmeli”

Turunç, yardım eden olmanın duygusunu bildiklerini fakat yardımı alan insanın duygularına göre hareket edilmesi gerektiğini dile getirerek, “Bazıları yardım alırken yüzümüze bakamıyor, kapısını açamıyor. Onlara kendi malları gibi verilen bir erzağın, ayakkabının ötesinde, bir babanın evladını mağazaya götürerek, ‘İstediğin ayakkabıyı sen seç evladım.’ deme hazzını yaşatmak lazım. O onuru, o babalık duygusunu yaşatmak lazım. ” diye konuştu.Yardım yapma modellerinde bu perspektifle son yıllarda önemli değişiklikler olduğunu ifade eden Turunç, “Artık balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeye çalışıyoruz.” diyerek, şunları söyledi:”Tarım ve Orman Bakanlığı, TİKA ve bazı dernekler sanayiyi geliştirecek yeni projelere ağırlık vermeye başladı. İç piyasada satabilecekleri veya ihraç edebilecekleri ürünlere ağırlık veren eğitimler veriliyor. Kızılay olarak biz de mikro kredi verdiğimiz Mardin ve Şırnak’ta pilot bir proje başlattık. Afrika’da birçok ülkede de bunu uygulamaya başlayacağız. Hayvancılık ve zirai alanında kredi vererek ayda bir erzak paketi vermek yerine onları ekonomik olarak güçlendirmek, ayakları üzerinde durmalarını sağlamak istiyoruz. Kredi borcunu ödedikten ve işini büyüttükten sonra 3-5 sene sonra kimseye muhtaç olmayacak hale gelmelerine çalışıyoruz.”

“Yardımlarda birey için asıl kazanç manevidir”

Yardımların birey için asıl kazancının “manevi” olduğu değerlendirmesini yapan Turunç, hiçbir karşılık beklemeden yapılan yardımların gönüllüler ve bölgedeki insanlar arasında güven tesis ettiğini ve bu insanların zamanla ticaret yapmak için de talepte bulunduklarını anlattı. Turunç, bölge sakinlerinin Türk şirketleriyle yaptığı ticaretin çift taraflı bir kazanç olduğunu ve öncelikle bu ülkeleri kalkındırdığını belirtti. Türk Kızılay Genel Başkan Yardımcısı Turunç, sözlerini şöyle sürdürdü:”Bize ticaret yapma talebinde bulunanları devletin resmi kurumlarıyla irtibata geçiriyoruz. Bu ülkelerde yüzyıllardır aldatılmış olmanın psikolojisi var insanlarda. Bunun için güvenilir insanlarla ticaret yapmak istiyorlar. Bu özellikle onlar için bir kazanım oluyor. Türkiye’nin tanıtılmasına da katkı yapmış oluyoruz. Örneğin Moğolistan’a gittiğimde, ‘Türkiye’yi son 10 yıldır daha iyi tanımaya başladık.’ dediklerini duydum. Bazı iş adamları bu tanıtımla Moğolistan’dan İstanbul’a gelerek ciddi yatırımlar yaptı. Önceden başka ülkelerle ilişkileri olsa da bize güvendikten sonra yatırımlarını Türkiye’ye yöneltiyorlar.”

“Öncelikle iyi niyetimizi korumalıyız”

Yardımların karşılığına ilişkin “Gönülden yapılan maddi ölçütlerle değerlendirilemez.” vurgusu yapan Turunç, şunları kaydetti:”Ekonomik olarak çok iyi bir noktada olamayabilirsiniz ama gönlünüzde bir hayır anlayışı, yardım yapma ve paylaşma duygusu varsa kendi bütçenize göre bu duyguları hayra dönüştürebilirsiniz. Osmanlı döneminde yaşayan ecdadımız belki çok iyi şartlarda değildi ama çok güçlü bir anlayışa sahipti. Dönemlerinde yapılanları okuduğumuzda, duyduğumuzda, dinlediğimizde bugünden daha iyi olduğunu görüyoruz ve kabul ediyoruz. “Türkiye’nin son yıllarda daha organize yürüttüğü faaliyetler sayesinde dünyanın gayrisafi milli hasılasına oranla en çok yardım yapan ülkesi haline geldiğinin altını çizen Turunç, “40 yıldır sosyal yardım çalışmalarının içinde olan biri olarak, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyonuyla önümüze açılan farklı imkanlarla hayır kurumlarının daha tüzel bir yapıya ulaştığını ve ihtiyaç sahiplerine ulaştığını görüyoruz. ” değerlendirmesini yaptı. Turunç, yardımların bireylerin ötesinde gönüllere ulaşabilmesi için niyetlerin daha salih olması gerektiğini belirterek, gönüllülere şu tavsiyelerde bulundu:”Yaptığımız tüm çalışmalara rağmen ecdadın geldiği noktaya ulaşamadık. Vakıflarda yardım kültürü bir bilinç ve ibadet inancıyla yapılıyordu. Ama bir dernekte bulunayım ve sosyal statü elde edeyim gibi emellere de sahip olabilirsiniz. Konumunuz ve kartvizitlerinizle birilerini etkileyebiliriz. Ama Allah insana şah damarından daha yakın ve hangi niyetle, hangi dernekte olduğumuzu çok iyi biliyor. Yoksa hesap gününde Allah’tan mükafat beklerken, bunların gösteriş için yapıldığından dolayı cezalandırılabiliriz. Bunun için öncelikle iyi niyetimizi korumalıyız.”

“Türklere bu kapı hiçbir zaman kapanmaz”

Turunç, insani yardım yardım çalışmaları sırasında yaşadığı ve unutamadığı bir anısını da şöyle anlattı:”2015’teki Keşmir’de yaşanan depremin ardından bölgeye gittik. Bölgede iki okulun yıkıldığını gördük. Hüzünlü bir manzaraydı. Zaten mevsim itibarıyla da zordu. Yağmurun, çamurun içinde ders yapmaya çalışıyorlardı. İki okul yapmaya karar verdik. Türkiye’de yaptırdığımız prefabrikleri Pakistan’a götürerek montaj yaptık. Birisinin adını Fatih Sultan Mehmet, diğerinin adını Akşemsettin koyduk. İçinde bilgisayar, kimya laboratuvarları da vardı. Buradaki çalışmaları kontrol etmek için bir arkadaşla tekrar Pakistan’a gittik. Faysal Mescidi’ne girmek istedik. Çok estetik, güzel bir cami ama vakit namazları dışında camiyi kapatıyorlardı. Namazı kaçırdık ama camiye girmek istedik. Kapıdaki askerler caminin kapalı olduğunu, giremeyeceğimizi söyledi. Uzaktan bizi dinleyen biri yanımıza gelerek, ‘Türk müsünüz? ‘diye sordu. Sonra askerlere talimat vererek, ‘Türklere bu kapı hiçbir zaman kapanmaz.’ dedi ve kapılar açıldı. O duyguyla içeri girdik ve ağlaya ağlaya namaz kıldık.”

 

Anadolu Ajansı tarafından geçilen tüm haberlerde AgriHurses.net editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi yoktur. Haberler web sayfamızda otomatik olarak site kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen web siteleri ve ajanslardır.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.